Yine heyecanla elime ali içinde kayboldugum bir Elif Şafak kitabı. Ben bu kadının kitaplarını seviyorum. Kitap bir çok konuya, bir çok yaraya el basıyor bence. TÜrkiye de yaşayan bir ailenin, bu ailenin Amerika da yaşayan oğlunun, oğullarının amerikalı karısının eski ermeni eşinden olan ve kendini arayan bir ermeni-amerikalı genç bir kızın hikayesi. Kitap bu insanların birbiri içinde nasıl bilmeden bağlı olduklarını anlatıyor ve tahmin ettiğim ama yok artık bu kadar da olmaz dediği bir son ile bitiyor.
Severek okudum. Bunlarda not aldıklarım:
Zeliha'ya sorarsanız, pesrevden de kötüydü son nota olmak, önsüzden beterdi sonsöz muamelesi görmek. (Sayfa 43)
Temmuz ayının bu ilk cuması, bu uzun lanetli gün boyunca yaşananlar (ve yasanamayanlar) asla unutulmayacakti. (Sayfa 46)
Ninesinin kızgınlıkla söylediği bir hitaptan ibaret değildi piçlik, geçici değil kaliciydi hayatında. (Sayfa 77)
"Türk kadını çarşaftan kurtulali seksen sene oldu" demişti Cevriye teyze uzmanlık alanını konuşturma gayretiyle. "Tarihin akışını tersine mi çevirmeye çalışıyorsun? Çıkar şunu kafandan!" (Sayfa 84)
Bu metafor da elinden alınırsa bir başka fikir vardı zihninde: penguenler!
Meclisin bütün üyelerini smokinli penguenler olarak çizmeye kararlıydı. (Sayfa 96)
Biz milletçe alkole bayılırız, neden kabul etmiyoruz bunu? Senede on bir ay kafayı çeken, sonra paniğe kapılıp pişman olan ve bütün ramazan oruç tuttuktan sonra, mübarek ay biter bitmez içkiye geri dönen bir toplum bu.
İyi ki de öyle valla.
Bu ülkede şeriat olmamasını, dincilerin başka yerlerde oldukları gibi başarılı olamamasini, işte bu içki geleneğini zinde tutan kültüre borçluyuz. Velhasıl Türkiye'de demokrasiye benzer bir şey varsa bunu alkole borçluyuz. (Sayfa 106)
"Ne demek neden bu kadar heyecanlandırıyor?`Misafir o! Okyanusun ta öte tarafından geliyor" dedi Feride teyzse, okyanusun ta öte tarafının ne kadar uzak olduğunu göstermek için elini kaldırıp Nazi selami vererek. (Sayfa 149)
"Sen ve Cumhuriyet bu şehre birlikte geldiniz. Meğer bilmeden ikinize de hasretmisim, ikinizi de beklermisim dört gözle" diyecekti seneler sonra kocası Rıza Selim Kazancı. (Sayfa 156)
Alıp da kullanamayacagin kadar karanlık, tutup da hesap soramayacagin kadar yıllanmış bir bilgi sadece ıstırap veriyordu insana. (Sayfa 210)
En kötüsü bahar bizim meslekte. Baharda pek vefat eden olmaz. Ama yaz dedin mi başka, yaz en yoğun mevsimdir. Hele temmuz-ağustos fecaat. Sıcaklık otuz beş derecegi geçti mi işimiz zor. bilhassa ihtiyarlar hastalar... sinek gibi telef oluyorlar valla... Yazın İstanbullular sürüyle oluverir. (Sayfa 391)
Görsel: goodreads.com