Luna yıllardır yalnızlığın oturduğu bu birilerinin adına ev dediği yapıda son kez dolaşıyordu.
Koridorun sonunda bulunan aynada eşi tarafından aldatılmasının düş kırıklıklarının
yansımasını izliyordu.
Dün akşam O’nun yanına son kez uzanmış ve ölüme yatmıştı aslında, çünkü bu sabah
kalktığında bu aldatılmışlığa bir son verecek ve O’nu terk edecekti.
Oturma odasında bulunan okuma köşesine oturdu ve içine acısını sardığı sigarasını yakip
derin bir nefes aldı.
O Luna’nın kendisini aldattığını bildiğini bilmiyordu ve aylardır Luna’nın yüzüne söylediği
yalanların açtığı yaraların da farkında değildi pek tabii ki, fakat Luna aldatıldığını öğrendiği
günden beri tüm dertlerini içine kustuğu bir defteri sayfaları açık bir şekilde yemek
masasının üstüne bıraktı.
Yatak odasına geçip dün geceden içine kalp ağrılarını, acılarını, düş kırıklıklarını,
yerleştirdiği bavulunu alıp evden çıktı.
Geçmiş, şimdi, gelecek tek bir takvim yaprağında birleşen bu günde, Luna çıktığı yolun
nereye varacağını bilmeyerek yola koyuldu.
En güvendigi insanin ihanetine nasil ugradigini sorgulamaktan vazgecip gögüs kafesinin
icinde, kalbinin tam üstünde bir dövme gibi islenmis ihanetin tarihini kendi elleri ile söküp
arabanin camindan disariya firlatti.
Başına yıkılan dünyanın tepetaklak olmuş sokaklarında dümdüz ilerliyordu Luna ve bu yol
bir yere gitmeyecekti, yol duracaktı, giden Luna idi.
Iki yaninda acilari bulunan sokaklari ardinda birakiyordu.
Bu yolun sonunda kendi özüne varacak, kafasından O’nu silmiş olacak ve yıkılan dünyanın
kırıntılarından kendine yeni bir dünya inşa edecekti.
Görüştüğümüz zaman görüşürüz.